1 Mayıs 2011 Pazar

Ben Futbolun Totaline Çomak Sokarım




Jose Mourinho.. Dünya, gaz ve toz bulutu olarak oluştu ise, o da muhtemelen zeka ve ego bulutu olarak meydana geldi. Bundan sadece on sene önce dünya futbolunda hiçbir yeri olmayan bir tercüman iken sadece on senede adına kitaplar yazılan, üzerinde saatlerce tartışılan, tapılan ve nefret edilen ama hep dillerde olan bir ikon halini aldı. Bunu yaparken asla hazıra konmadı, hep kendi yarattığı sistem ve takımların lideri oldu, hep kendi bildiği doğruları ortaya koydu. O bugün itibariyle dünya futbolun sürekli kazananı ve sürekli nefret edileni. Bu nefretin en büyük kaynağı da kendisi, tutumları, hal ve hareketleri, davranış biçimleri. Işin ilginci bunun en çok Jose farkında, ve bu tiyatro en çok Jose’nin ve takımlarının işine geliyor.

Jose Mourinho’yu yakından takip edenler, onu iyi tanıyanların yazılarını ya da görüşlerini okuyanlar, onun futbol dışındaki hayatını iyi bilenler, en azından adına yazılmış iki üç kitabı okuyanlar bilirler ki Jose Mourinho futbol dünyasında hep maske takar, hep bir rolün gereğini yerine getirir. Evet egosu her zaman çok yüksektir ama akıl oyunlarında kullandığı o itici ve küstah tavır hayata genel bakışında yoktur. Çocukları ile olan ilişkisinde, insanlarla olan günlük temaslarında, hatta bir maça çıkarken çıkış tünelindeki çocuklarla şakalaşmasından bunu görebilirsiniz. Ama perde açılıp oyun başladığında Jose hakikaten ancak çok severseniz kabul edebileceğiniz bir adam halini alır. Çoğu zaman saygısızdır, küstahtır, olayları kendine yontar ve çoğu zaman rakiplerine tepeden bakar. Jose’nin maharetinin büyük bölümü de burada yatar işte. Çünkü bu karizma ve bu tavır iyi ya da kötü anlamda öyle yoğunlaşır ki, Jose gittiği takımın yıldızı olur. Değil Porto, Chelsea gibi kulüpler, Real Madrid gibi tarihin en büyük kulübü olarak gösterilen ve en büyük yıldızların resmi geçidine şahitlik yapmış bir oluşumda bile böyledir bu. Orada Ronaldo, Kaka, Casillas yoktur, orada Mourinho vardır ve tüm takımın üzerindeki baskıyı üstüne çeker, bu milyon dolarlık büyük egoları ise tamamen futbola konsantre etmeyi başarır, hem de sahada kendini öldürebilecek kadar konsantre etmeyi.


Jose Mourinho ‘yu fazlasıyla özel kılan etkenlerin başında sürekli değişmesi ve yeniliğe açık olması gelir. Bu sezon başı İspanyol basınına verdiği demeç onun başarısının anahtarını çok net sunar aslında. ‘’Bir teknik direktörün bir ülkeye gelip bu benim oyun anlayışım ve sistemim deme lüksü yoktur’’ der Portekizli. Her futbol kültürünün, takımının ve liginin kendi iç dinamikleri vardır ve bu özel adam bunları sonuna kadar sistemin içinde dikkate alır, ortaya koyduğu oyun karakterine ince ince işler. İlk büyük çıkışı olan Porto’dan beri sürekli kazanmakta olmasına rağmen sürekli kendini yeniler, sürekli dünya futbolu üzerine araştırır, kafa yorar ama en önemlisi her ne kadar dışarıya aksettirmese de kendiyle de her gece kafayı yastığa koymadan kavga eder Jose Mourinho. Muhtemelen ilk yarı Camp Nou’da alınan tarihi mağlubiyetten sonra kendisi ile verdiği o kavgaların en şiddetlilerinden birini yaşamıştır. Ama bu kavgalar onu, futbolda doğruya giden tek yol olmadığı konusunda daha da netleştirir ve üç ay önce doğru yol olanın bugün olmayabileceği konusunda içiyle uzlaşmasını sağlar, o yüzden de ceplerinde her aksiliğe karşı bir çözümü mutlaka taşır Jose.


On sene içerisinde bir fenomen haline gelen bu adamın en büyük artılarından biri taktik dehasıdır elbette ama oyuncu ilişkilerinde nasıl kusursuz bir figür olduğunu yazmaya gerek var mı emin değilim. Yine o meşhur röportajında der ki; ‘’Dürüstlük bir antrenörde belki de bir insanda olması gereken en önemli şey. Bir insan olmak için ve bunu futbola geçirmek için, bir lider olmak için… Çünkü bir hoca bir liderdir, bence dürüstlük en mühim şeydir. Kararlarımda hatalarım olacaktır, analizlerimde de, ama oyuncularımla aramda en üst seviye dürüstlüğü sağlayacağım. Benim hiçbir eleştirim onlara başkalarının ağzından gitmeyecektir. Bunu bana tecrübe söylüyor. her zaman için çalıştığım oyuncu grubuyla müthiş bir ilişkim oldu ve bu mükemmel ilişkinin “suçlusu” benim maksimal dürüstlüğümdür onlara karşı.” İşte Lampard’ın da Terry’nin de, Materazzi, Sergio Ramos ve Ronaldo’nun da o’nun için sahada ölürüz sözünün temelini oluşturan düşünce şekli budur. Benim hiçbir eleştirim onlara başkalarının ağzından gitmeyecektir diyebilen ve bunu uygulayabilen bir teknik adam, dünyanın geri kalanı tarafından nefretle karşılansa bile o oyuncu grubu için ilahtır. Bu yüzden Marco Materazzi gibi sert ve kasap görünüşlü bir adam bile, Jose takımdan ayrılırken ona sarılır ve hüngür hüngür ağlar.


Son yıllarda özellikle Barcelona karşısında aralarında yıllar öncesine dayanan gerginlikle beraber sivrilen rekabette ayrı ayrı sınavlar vermeye başladı Portekizli teknik adam. Şimdi burada öncelikle Mourinho’nun hem Inter ile hem de Real Madrid ile Barca karşısında yaptığı savunmaya büyük saygı duyduğumu belirtmek isterim. Jose Mourinho’nun genel kimliği ile Barcelona maçlarını ayrı tutmanın daha faydalı ve doğru bir analiz olacağını düşünmekteyim. Porto’yu, Chelsea’yi, ve Inter’I eğer sezon genelinde izlemişseniz Mourinho’nun bu takımlarda asla defansif bir oyun ortaya koymadığını görürsünüz. Evet Jose asla ve asla hücum delisi bir teknik adam olmamıştır ama bazı üst seviye zorluk taşıyan maçlar hariç bu denli katılaşmış bir savunma yapısına Mourinho takımlarında rastlayamazsınız. Peki nedir Jose Mourinho’nun son dönemde futbol katili olarak da adlandırılmasına sahip olan bu anti- Barcelona çalışması?


Bu savunmayı tarif etmeden önce şunu açıkça ortaya koymak gerekir ki, Barcelona futbol takımı 6-7 senelik bir kurguya sahip, mükemmel pas trafiği, oyun görüşü ve zekası olan oyunculardan kurulu, harika parçaların müthiş bir düzenle işler hale geldiği futbol tarihinin en sıradışı ve en etkili takımıdır. Bu takımı yenmek için iki yolunuz var, ya onlardan daha iyi olacaksınız, ya da onların o kadar da iyi olmadığına onları maç içinde düşünmeye sevk edeceksiniz. Jose ilkini henüz hiç yapamadı, yani Barca’dan daha iyi bir takım yaratabilmiş değil, onları daha iyi oynayarak safdışı bırakabilmiş de değil ama Jose Mourinho zaten böyle bir adam da değil. Portekiz’li bir takımın başında on sene kalıp bir ekol yaratayım tavrını kariyerinin bu noktasına kadar hiç benimsemedi ki yapısı itibariyle de bence asla benimsemeyecek. Jose Mourinho kafasındaki hedef için elindeki parçayı en ideal ayarlara getirip onu mükemmelleştirmeye çalışan bir adam. Barcelona’nın çoğu takıma altıncı yedinci dakikadan sonra yok biz oynamıyoruz dedirten mükemmelliğini çomak sokarak bozabileceğini gösterdi ve diğer takımların bu kadar erken pes etmemeleri gerektiğini de yüksek sesle vurgulayıp tepki aldı. Jose bir şekilde Barca’nın o sarsılamaz özgüveninin de sarsılabileceğini, aslında onların da insan olduğunu ve Ivan Drago gibi kaşlarının açılabileceğini gösterdi, nasıl yapılacağını da ortaya koydu ama gelin görün ki hala bunu başka yapabilen henüz çıkmadı. Yani iş Barcelona’yı nasıl durduracağını bilmek değil, o aslında çoğu teknik adamın bildiği işin kolay kısmı ama iki apayrı kültür iki apayrı takımla, hele hele Real Madrid gibi genlerinde savunmanın ‘s’si olmayan bir takıma bu kadar kusursuz alan parselizasyonu yaptırabilmek, oyunculara kafasındakini bu kadar hızla aktarabilmek gerçekten şaşılası bir mükemmellik.


Kısaca toparlamak gerekirse Jose Mourinho futboldaki kötü adamsa bile, kötülüğün sıradanlaştığı şu yeni dünya düzeninde keşke her kötü Jose gibi olabilse. Hayatta ve doğal olarak futbolda da hiçbir şey sürekli değil. Hem bu Barcelona mükemmelliği bir gün sona erecek hem de bu Jose dehası muhtemelen. Ama futbolun sadece gol, pas ya da hücum olmadığını iyi bilen ve sahadaki aklı görmeyi her zaman fazlası ile önemseyen ben, bu kusursuz makinanın bu kusursuz zeka ile kapıştığı bu maçlardan zevk almaya devam edeceğim. Jose muhtemelen iki sene sonra Real’i de tepeye çıkardığında bir başka macera için başka yollarda çok büyük bir ihtimalle de tekrar İngiltere’de olacak, çünkü o heyecan alabildiği sürece ve antitez üretebildiği sürece kazanmayı seviyor. Yoksa Porto’yu hadi bilemedin Chelsea’yi en kötü çoktan efsane olduğu Inter’i asla bırakmaz ve bunun kaymağını yerdi. Ama o kafa tutmayı deli gibi seven bir dahi, ve başarılı olabilmek için hırsını körüklemesi gereken bir motivasyon aracı her zaman yakınında olmalı, bu kimi zaman Benfica olur, kimi zaman ManU, kimi zaman Barca, o’nun için fark etmez, hedefi hep kazanmaktır. 


Erman Yaşar (Eurosport)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder